Sunay Akın’a hollanda izlenimleri
(gecikmiş yol şiirleri)
7 aralık 2004 Salı
kahvaltıda çayın yanında iyi giden
kızarmış ekmekle hollanda peyniri
yeterli gelmeyince bir ilave yapmış
sütle karıştırdığımız corn flakesle
karnımızı bir güzel doyurmuştuk
toplantıya önce geleceklerini bildiğimiz
hollandalılara mahcup olmayalım diye
erkenden geldiğimiz de bir de baktık
onlar da gelmiş yerlerine oturuyorlar
sıra bize geldiğinde tercümanımız
kurumla ile ilgili dökümanı iletmiş
yeterli görülmüş ki soru gelmemişti
mevzuatla ilgili konular görüşülmüş
görüşmeler çabuk başlayıp bitmişti
planlanmış olan gezi kapsamında
neler vardı görebileceğimiz acaba
yöreye merakla bakınıp giderken
‘şu değirmene mi gidiyoruz?’
diye soran haklı çıkmıştı
hollanda’nın su kanallarını
yukarıdan görebilmek için
aka’ların truva’ya bıraktığı
o sinsi tahta ata çıkar gibi
küpeştelerine sıkı tutunarak
nefes nefese ancak çıkıyoruz
‘kyek overden dyek’dedikleri
yel değirmenin merdivenlerini
rüzgar rüzgarlığını yapadursun
biraz hayret biraz da imrenerek
ve 1713 yılından beri didinerek
durmadan gidip gelen bu suyu
yirmi üç değirmenle göğüsleyen
bereketli topraklara bakarken
hollandalının gösterdiği çaba
- havluyu asabilmek için
allah’ın bir paslı çivisini
bir duvara çakabildim mi?
dedirtiyor
ren üzerindeki köprülerden birinde
bulutlar yağmura göre şekillenirken
birden nasıl da aydınlanıverdi ortalık
ve limanda yatan teknelere bakarken
‘unkapanı köprüsünden mi geçiyoruz?’
diyecektim ama ‘yaya gidilecekmiş’
dedi yola doğru bakan teercüman
hava birden bire nasıl karardı
nasıl kurşuniye döndü sokaklar
yukarıda gökkuşağına bakarken
yağmur türkçe çiseliyor yeniden
yağmurun kendi tercihidir
gelmez elimizden birşey
yağmur yağacak mı’ nın
bu kararsızlığını sevdim
değirmenden bahçeye doğru
kıvrıla kıvrıla giden sokağı
camların gerisinden bakan
öksüz kalmış kış çiçeklerini
onları da sevdim sevmesine
ama değirmenin saçaklarına
yakışmadı bu deli yağmur
ılgaz’ın yıldız tepe’sinden
şimdi bulut geçiyor olmalı..
hava nasıl birden kapandıysa
hiç birşey olmamış gibi açıldı
keyifler eski yerlerine geldiler
doğuya almanya’ya doğru gidiyoruz
çam ormanı başladı değişti coğrafya
karadenize mi çıkıyor bu yol dedik
nunspeed’e doğru bir ormana girdik
aynı köknarlarla devam ediyor yol
gortel’e yağmur yağacak mı kim bilir
kahve falından çıkmış bulutlar altında
sonbaharın artığı yapraklarla birlikte
bu açık havada artık nasıl yiyeceksek
büyük sürpriz dedikleri öğle yemeğini
vievhavten’e girip yiyecekmişiz!
-henrich bu!
yirmi yılının burada geçtiğini söyleyen
bizim rehberin tanıdığı biri olmalıydı
hemen hikayesini anlatmaya başladı:
-bu adam var ya…
bu sırada otobüs nedense durmuş
şöförle yardımcısı aşağıya inmiş
lastiklerini filan kontrol ediyorlar
rehberin henrich dediği bu adam
karşımızda romatizmalı bacaklarını
bahçeye çıkarıp sehpaya uzatmışken
bahçe duvarına çarpıp duran rüzgara
serpiştirip geçen yağmura hırslanmış
3.00’lük hipermetrop gözlük üzerinden
otobüsün dikkatini çevirmeyi başardı:
donnerwetter!!..[2]
rehber henrich’e aldırmadan
konuşmasına devam ediyor:
-..son dünya harbinde
her cephede savaşmış
aklı pek yerinde değil
burdan ne zaman geçsek
işte böyle söylenir durur
yok artık! hadi sen de yaa..
raslantının böylesi filimde olur
deyip inanmaya yanaşmasak da
rehberimizin dediğine bakılırsa
henrich bizim margaret’in
öz dayısı değil miymiş?!..
onun da yüzü çiçek bozuğu
hani av köpeği oyun için
topun atılmasını beklerken
başını kamburunu çıkartır
apart halinde dikkat kesilir
henrich devamlı o haldeydi
ve rüzgar saldırısını şimdilik
küfürle geçiştirmeyi bilmişti
rehberin anlattığına bakılırsa
yıllar önce lahey’den gelmiş
yaklaşık 90 yaşlarında olan
frankfurt postanesi emeklisi
bir pul koleksiyoncusu imiş
bazen dalıp nereye giderse
oradan başlarmış söylenmeye
öylesi halinde gelmiş olmalıydık
rehber de artık bunu iş edindi ya
henrich’in dediklerini abartmadan
dediği gibi çevirmeye çalışıyordu:
-“tamam işledik bu suçu
yanlışın takipçisi olduk
elbet de kıyımdı austwic
stalingrad kan gölüydü
dunkerque’te kendim
kim bilir neler ettim
öksürüğe yakalanıyor henrich
gözleri bir büyüyor kızarıyor
ardından hapşırmağa başlıyor
yahu bir su getiren olsa şuna..
ama durmaya hiç niyeti yok
rehberin de yok:
ne suçu vardı köln katedrali’nin
üçyüzbin kişiyi öldürene kadar
o güzelim dresden kentinden
üçyüzelli uçak üç gün üç gece
niye ölüm getirdi göklerden?
amerika niye tekrarladı aynı haltı?
uranyum 235, plütonyum 239 ları
çocuklar elma şekeri dağıtır gibi
hiroşima ve nagasaki sıtlarından
aşağılara acımasızca bıraktı!”
gortel’e geldiğine pişmanmış henrich
kızı ilona’nın lezbiyenliğine mi yansın
ismini her çağırışta pişmanlık yaşadığı
avareliği seçen oğlu dietmar’a mı..
şöför ile muavin tamiri bitirmiş
ellerini silerek otobüse binerken
henrich’i birileri kızdırmış olmalı:
- verdammte klapperkiste![3]
şoföre kızdığını zannediyoruz
sertliğinin dozunu artırıyor:
- der hat seinen führerschein
bei aldi gekauft!..[4]
diyerek basıyor yaygarayı
biz anlamamış bakınıyoruz
rehber gülme kırizine giriyor
otobüs hareket ederken
henrich ayağa kalkıyor
bu fırsat kaçmaz diyerek
‘hadi ordan sen de’ci koluyla
koca otobüsü başından savuyor
-“adamı karanlıkta
ele vermezdi çalılar..
diyerek söylene söylene gidiyormuş
henrich’i harb yılları çalılarda bırakıp
gülelim mi kızalım mı..yola çıkıyoruz
rehberimizin çok hoşuna giden
bu çeviri işinden kurtulduğuna
sevindiğini zannetmiyorum
henrich’e neler olmuştu böyle
düşman kımıldanırken siperde
‘hayatta nasıl kalınabilir’i
öyle öğrenmişti demek ki..
‘hayata nasıl tutunabilirim’i
öğreniyor olmalıydı şimdi
rahatlatıyordu belki küfür
halinden şikayet etmek de
bu hayata tutunabilmenin
bir yoluydu belki de
gorinchem’e doğru giderken
havada aynı yağmur beklentisi
yine mi kanallardan geçiyoruz
bildik hollanda menşeli sığırlar
çimenler üstünde yayılmışlar
tren yolu boyunca giden
gürültü kesici panelleri
enerji nakil hatlarını geçip
breda yazan yola giriyoruz
dodrecht’e doğru gidiyoruz
bir zamanlar flemenk’in
kendi sömürgeleri olduğunu
onlara hatırlatmak niyetiyle
surinam bölgesi dediklerini
onlar unutmuş olabilirler mi
o dodrecht’ten geçiyoruz
cezayirli ve faslı olanlar
üç beş kişi köşe başında
veya yollarda dikiliyorlar
hava kararmaya başlıyor
şehir turlarını bitirmiştik
akşamüzeri iki arkadaşla
oturduğumuz bu kafeden
görünmez olmuştu dışarısı
karanlıkta göz kırpan uzak ışıklar
yaşlı bir kemancıyla sabahı etmiş
‘vız gelir tırıs gider’ diye övünen
kasaba sakinlerini çoktan geçtim
bizleri ölesiye uykuya çekiyor
saçaklarda gezen inatçı rüzgar
denize doğru yöneldiği sırada
sabaha yakın tırların uğultusu
uzak tepelere doğru çekilirken
aydınlanan baltık kıyılarında
uykuya yenik düşüyoruz
yani sırası mıydı şimdi
yıllardır çalışmayan değirmen
ve ayak altında dolaşan ay ışığı
biraz margaret biraz da henrich
ağız tadıyla şöyle oturamamış
yok yere rahatımızı kaçırmıştık
otel yatağını bulup yatmalıydık